KATEGORİLER

17 Ekim 2017 Salı

TİRE KANATLARIMIN ALTINDA

14/10/2017 Cumartesi, Tire

Sabahtan itibaren telefonum susmuyor, "Kahvaltı veriyor musunuz?" "Maalesef sadece pazar günleri kahvaltı servisimiz var." İki genç geliyor. Soru aynı. Eşimle konuşuyorum. "Peki madem buraya kadar yoruldunuz sizi göndermeyelim ama biraz beklemeyi göze almanız lazım çayın demini alması için." Genç hanımefendi gülümsüyor. "Beni tanımadınız sanırım." Düşünmeme fırsat vermeden söylüyor, "Ben falancanın kızıyım." "Öyle miii? Kusura bakmayın sizin için yaratırız." Hoşuna gidiyor genç hanımın bu sözler. Verandaya oturuyorlar, masa donatılıyor.

Dolu dolu bir gün. Keyifli. Bir yandan yarına kahvaltı rezervasyonları. Bir biri ardına gelen konuklar, keyifli sohbetler...

15/10/2017 Pazar, Tire

Erdal aradığında yeni uyanmıştım. Yukarı yayla kapısını açmamı istiyor. Kahvaltı için rezervasyon yaptıranlar dışında misafir kabul etmiyoruz. Rezervasyon masaları hazır. Emine hanım gözlemeleri hazırlarken misafirler gelmeye başlıyor.  Eşim minik kekler hazırlamış. Börekler fırından yeni çıktı. Şanslarına güvenip çat kapı gelen konukları geri çevirmiyoruz. Onları da verandada ağırlıyoruz.

Kahvaltı telaşı biter bitmez bir arkadaş grubunu ağırlıyoruz. Bir sürü ortak yönümüz var bu dostlarla. Aralarında Selanik kökenli olanlar, ODTÜ'lüler, tişörtünün üzerine Che'nin resmi olanlar, Fenerliler... Salonda köşe masayı hazırlamıştım bu özel misafirlere. Teras hoşlarına gidiyor. Güneşten yanınca yeniden salona geçiyorlar. Üç kız çocuğu var aralarında. Nehir en ufakları. Serena'ya isminin anlamını soruyorum. "Bilmiyorum." diyor. "Ben bakıp öğreneceğim ." diyorum. "Samimi, neşeli, parlak" anlamında güzel bir isimmiş. En büyükleri Naz, narin güzel bir kız. Onlar büyüklerden ayrı masaya oturuyorlar. "Ne kadar şanslısınız çocuklar, böyle anne babalara sahip olmak gerçekten şans." "Eminim sizler sanatla ve sporla da uğraşıyorsunuzdur." Beklediğim "Evet" cevabını alıyorum. 

Bayındırlı dostumun misafirleri. Bu hafta Fenerbahçelileri, gelecek hafta ODTÜ'lüleri getireceğim diyor. Çeşit çeşit mezelerden ikişer tabak istiyorlar. O kadar mezemiz olduğuna ben de şaşıyorum. Hanımefendiler "Yeter artık, doyduk." diyene kadar meze taşıyorum. 

Ödemiş'ten evlilik yıl dönümü için rezervasyon yaptırılıyor. Masa düzenlemesi isteniyor. Ama bugün pazar. Yoğunluk zirve yapıyor. Söz vermiyorum ama eğer fırsatım olursa bir şeyler yapmak niyetim. Son üç ayın en yüksek cirosunu yaptığımız bir gün. Beklediğimiz misafirler biraz geç geliyor. Mahcubum onlara karşı masalarını süslemeye zamanım kalmadığı için. Salonun en güzel köşesini onlar için ayırıyorum. Masalarına bir mum yakıp özür diliyorum. Eşimin yaptığı nefis trileçe tatlısından ikram ediyorum bağışlamaları için. Çok hoşlarına gidiyor.

16/10/2017 Pazartesi, Tire

Yoğun geçen hafta sonundan sonra nihayet rahat bir nefes alıyoruz. Erdal'a yukarı yayla kapısının anahtarını vermeyi unuttuğum için bugün de erken kalkmak zorunda kalıyorum. Henüz kestane toplayıcılar gelmeden gidip kapıyı açıyorum. Taş Ev'e dönerken telefon ediyor. "Abi biz yaklaştık, kapıyı açar mısın?"

Kafamda plan yapıyorum; tatil günümüzü nasıl geçirsek diye. Eşimin aklında yine iş. "Şimdi o yorgunluğu çekemem." diyor. Gidip kara kızların yumurtalarını topluyorum. Henüz soğumaya bile fırsatları olmamış. On dakika geçmemiş kara kızlardan çıkalı. Bugün hizmet kendimize. Güzel bir kahvaltı masası hazırlıyorum, salonun en güzel köşesinde. Bütün şehir kanatlarımız altında. Güneşli, harika bir gün. "İşte, böylesi güzel." sözleri dökülüyor eşimin ağzından. "Her şey önüne geldiğinde pek bir keyifli oluyormuş."

Erdal bahçenin sınırlarını sormuştu. Kahvaltı keyfimiz sona erdikten sonra yukarı yaylaya çıkıyorum. Otuz beş dönüm ağaçlık arazi içinde bulabilirsen bul onları. Bulamayacağımı anlayınca telefon ediyorum. "Neredesiniz?" Yemek için aşağı indiklerini söylüyor. Araç yolundan aşağı iniyorum. Orta yaylada çıkınlarını açmış yemek yerlerken buluyorum onları. Kocaman bir tencere dolusu pilav ilişiyor gözüme. "Afiyet olsun." diyorum. "Çay koyalım abi." "Çay sevmiyorum ben." Pilava buyur etmiyorlar ki! Sözde şekerim var diye, pilav pişmez oldu bizim evde.

Acemi kestaneci bu Erdal. Ne kadar deli kestane varsa orta yaylada doldurmuşlar çuvala. "Yabana gitmesin diye topluyoruz." diyor. Önceden iri kestaneleri toplasanız ya. Zarar edecekler bu kafayla. Zaten hemen başlıyorlar ağlamaya. "Siz gidin iri kestaneleri bitirin, sonra konuşuruz." diyorum.

Eşimi zorla ikna ediyorum. "Hadi gel birlikte gidelim, senin için bir değişiklik olur." "İrmik helvası yapmam lazım, daha yapacak çok iş var." Hafta sonu patates, soğan, domates tükenmiş. Toplu konut pazarına gidiyoruz. Öyle ağırlık oluşturan şeyleri bu pazardan almamız ne de olsa yarınki büyük pazar alışverişini kolaylıyor. Alışveriş bittikten sonra bir yerde oturup karnımızı doyuruyoruz.

Döndüğümüzde hava kararmış çoktan. Fifi karşılıyor bizi. Belli ki acıkmış, türlü şirinlikler yapıyor ayağımızın altında. Yoğun ama zevkli bir çalışma başlıyor. Mutfakta sadece eşimle birlikteyiz. O sezonun ilk ayva tatlısını yapıyor. Harika görünüyorlar. Parasını versem, bir tane vermez bana, biliyorum. "Hayır o misafirlerin." Oldum olası misafirler öncelikli olur bizim evde. Bu sebeple hayatım boyunca hep kıskandım misafirleri. Deniz börülcesi en fazla tercih edilen bir meze. Artık zamanı mı geçti, yoksa aldıklarımda mı bir gariplik var anlamıyoruz. O incecik kılçıkları her zaman kolaylıkla ayrılırdı sıyırırken. Bu seferkiler elimizi değdirir değdirmez kopuveriyor. Her bir dalla teker teker uğraşırken cinnet geçirecek hale gelince yarın büyük pazardan yenisini alırız deyip tomar tomar haşlanmış börülceyi kara kızlara yem oluyor. Geç vakitl mangalı yakıp biberleri közlüyorum.

Kızım arıyor. Venüs'ün durumu gayet iyi. Ne zaman alabileceğimizi soruyor. O da yaylayı özlemiş olmalı. Tavukları da (!) 

15 Ekim 2017 Pazar

ÇARK-I ZAMAN

13/10/2017 Cuma, Tire

Küçük pazardan alışveriş, tavuğun yemi, evden getirilecekler derken elemanları almam on beş dakika gecikiyor. Önceden telefon edip gecikeceğimi söylüyorum onlara.

Kestaneler ağızlarını açmaya başladı. Yaylada hummalı bir hareket gözleniyor. Her yer kestane. Komşular hasada başlamış bile. Erdal bir arkadaşını getiriyor yanında. Götürü bir bedel üzerinde anlaşıyoruz. Yarın yukarı yayladan başlayacaklar toplamaya. 

Tanıtım filmini facebook sayfamızda paylaşınca büyük sükse yapıyor. Uzun zamandır görüşmediği arkadaşlar telefon ediyorlar eşime, filmi çok beğendiklerini söylüyorlar. Bazı misafirlerimiz tanıtım filmini gördükten sonra merak edip geliyor. 

Zaman çarkı hızlı dönmeye başlıyor yine. Ne çabuk geçti bu hafta anlamıyorum. Bu hafta Taş Ev'de ağırladığımız konuklarla bir ilgisi var mı bunun? Kafama uygun insanlara hizmet etmek, onlarla sohbet etmek keyif verici. Ters giden hiçbir şey yaşamıyoruz canımızı sıkacak. Zaman boyutu üzerinde uzun uzun düşünüyorum. Güç=İş/Zaman. Yani belli bir işi ne kadar kısa zamanda yaparsan o kadar fazla güçlüsün demektir. Kainat bir denklem üzerine kurulu olduğuna göre bu formülü değişik bir tarzda yorumlamaya çalışıyorum. Uyku dışında zamanımın çoğu iş yapmakla geçiyor. Yani yaşam devamlı çalışmak bir şeyler üretmek demek. Zamanı da yaşam süresi olarak değerlendirirsem, "Yaşam/Ömür" neyin karşılığı olabilir? Bunun karşılığı mutluluktan başka bir şey değil. Güç mutluluktur. Daha mutlu olmanın yolu ya daha çok çalışmak ya da ölmek. Eğer ömür sabit kabul edilirse mutlu olmak için çok çalışmak, çok üretmek gerek. Zaman çarkı hızlı dönmeye başladı diyordum. Bazen olur böyle şeyler bana. Birden hızlanır zaman. Bir hafta öncesi dün gibi gelir. Böyle zamanlarda kendimi mutlu hissederken aynı zamanda bir hüzün çöker ardından. Geçip giden zaman ömrümden almıştır gıdasını. Ömür dediğin nedir ki? Bir iz bırakmıyorsan bu dünyada yüz yıl yaşasan ne yazar? Beethoven benim yaşıma gelememişti. Yaşadığı sürenin yarısında işitme duyusunu yitirmiş. "Sadece sanat ve bilim insanı tanrısallığa yüceltebilir." diyen ünlü besteci kısacık ömründe çektiği sıkıntılara, aşk acılarına rağmen mutluluğun doruğuna ulaştığını düşünüyorum.

Saçmaladığımın farkındayım. Ama olsun ara sıra saçmalamak da iyi. Yine "La Valse d'Amelie" yine Yann Tiersen kurtaracak beni bu melankolik halimden. İyi geceler...

13 Ekim 2017 Cuma

TANITIM FİLMİ

12/10/2017 Perşembe, Tire



Güneşli bir güne merhaba diyoruz. Servise çıkmadan önce mangalı hazırlıyorum. Yaylaya döndükten kısa bir süre iki araç bahçeye giriyor. Misafirlerimizin kırk beş dakika önce gelmeleri sıkıntıya sokmuyor bizi. Sadece masalara servis açmayı düşünüyordum onlar gelene kadar.


Misafirlerimiz orta ve ileri yaşta hanımefendilerden oluşuyor. Taş Ev'e ilk kez gelenler hayranlıklarını gizlemiyorlar. "Anee, ne güzel olmuş burası yavrum, Allah gönendirsin." Yaşlı olanlar eşimin dedesi Tayyar Bey'i tanıyorlar. Samimi bir ortam oluşuyor. Siparişler alınınca mutfakta hummalı bir hazırlık başlıyor. Yemeklerini yerlerken bol bol sohbet ediyorlar. Terası açmamın mümkün olup olmadığını soruyor içlerinden biri. Hemen kapıyı açıyorum. Güneş yakıcılığını kaybedince aranılır olmaya başlıyor. Hep beraber terasa geçiyorlar. Oturma gruplarını henüz terasa almadığımızdan dolayı terasta sadece bir masa var. Dışarı yeteri kadar sandalye çıkarıyorum. Çay keyfini orada yapıyorlar.

İçlerinden en büyüğü merdivenlerden aşağı inip yanıma geliyor. "Ellerinize sağlık, bizleri çok güzel ağırladınız. Her şeyiniz çok güzel olmuş" derken hesabın tamamını kendisinin ödeyeceğini söylüyor. Gün sahibi değil bu hanım teyze. "İçimden öyle geldi." diyor sessizce. Uzun zamandır böylesine güzel bir gün geçirmediğini düşünüyorum. Eşim "Teyzem, bu sana ağır gelir, bırak herkes kendi yediğini ödesin." dese de kararlı bir şekilde "Yok, ben ödeyeceğim, ama anlarlarsa kabul etmezler." Hesabı çıkarıyorum. Üşenmeden çantasını almak üzere üst kata çıkıyor. Bir ihtiyaçları olup olmadığını öğrenmek için salona çıktığımda teyzem isteğinin kabul edilmediğini söylüyor. Grubu oluşturan saygıdeğer hanımefendilere de bu yakışırdı zaten. Biri, ikisi değil tamamı hem yemeklerden hem hizmetten son derece memnun kaldıklarını ve bunu herkese anlatacaklarını söylüyorlar. Bu kadar değer bilmenin bir karşılığı olması gerektiğini düşünüyorum. Eğer söz vermemişlerse araçları çağırmamalarını, ne zaman arzu ederlerse onları kendi aracımla şehre bırakmayı teklif ediyorum. Aracın birini çağırmıyorlar. Acil işi olanlardan ilk grubu şehre bırakıyorum. "Servisiniz varsa bilelim. Falanca restoran araç gönderip hesaba ekliyor." diyor biri, yolda sohbet ederken. "Eğer müsait olursam sizi her zaman getirip götürürüm." diye cevap veriyorum. Arabadan inerken yine soruyorlar "Borcumuz ne evladım?" "Borcunuz falan yok, bu sizin bize verdiğiniz hoşnutluğun karşılığı." diyorum. Döndüğümde kalan misafirler bahçede eşimle birlikte koyu bir sohbete dalmışlar. Giderken onar onar kara kızların yumurtalarından satın alıyorlar. Sonuncu misafire yumurta kalmıyor. "Bir kümese bakayım belki birkaç tane bulabilirim." diyor, koşar adımlarla kara kızların yanına yürüyorum. Folluktaki beş yumurtayı alıp geliyorum. Elimizde kendi ihtiyacımız için bile yumurta kalmıyor. Bizim kara kızların çok çalışması lazım. Venüs dönene kadar koca bahçede rahat rahat gezebilirler.

Akşama doğru sıklıkla gelen bir misafirimiz arıyor. Misafirliği de aşmış, birbirimize ismimizle hitap ettiğimiz, dostluk mertebesine ulaşmış bir ilişkimiz var Berkan Beyle. Boğazına oldukça düşkün. Uzun zamandır görünmemesini önceki aşçımıza borçlu olduğumuzu düşünüyordum. "Kızım ve bir arkadaşımla birlikte yola çıktık geliyoruz." Üniversite mezunu olduğunu da sanmıyorum. Kendisi Ödemiş'in esnaflarından. Ekonomik durumunun oldukça iyi olduğu belli. Bu beyefendinin oturduğu masada yüksek hesap ödemesi umurumda değil. Ama o kibarlığı, nezaketi yok mu? Cüssesine inat o kadar naif bir insan. Hal hatır sorar, yediklerini çok beğendiğini söyler, elinize sağlık der. Bir şeye ihtiyacı olduğunda, "Size çok zahmet verdik ama bize bir iki dilim daha ekmek verebilir misiniz?" Ne demek? Böyle insanlara canımı veririm. İşte, hizmette zevkten doruğa ulaştığım anlar bunlar. Kızı ile aralarındaki ilişki görülmeye değer. Babası gibi o da boğazına düşkün. Yediği her şeye bayılıyor.

Açıldığımız günden bu yana bizi yalnız bırakmayan hanımefendi ve arkadaşını ağırlıyoruz. Hava serin ama yaylanın temiz havasını solumak istiyorlar verandada. Hanımefendi mutfağımızı bizler kadar tanıyorlar artık. Ona menü vermeye bile gerek yok. Sevdikleri mezelerin yanında keyifle içkilerini yudumluyorlar. Bir de serzenişte bulunuyor hanımefendi, "Tanıtım filminde ben niye yokum?" Yerden göğe haklı. Utanıyoruz.

Ajanstan tanıtım filmimizi getiriyorlar. Eşimle bir an önce görmek için sabırsızlanıyoruz. Zira yoğun bir günümüz. Aynı anda olmasa da ayrı ayrı izliyoruz. Eşimin bir gülümsemesini yakalamışlar. Filme damgasını vurmuş o görüntü...

CAM SİLME

11/10/2017 Çarşamba, Tire

İnsanoğlu çok enteresan. Sabah fırçasıyla başlıyoruz güne. Kaybedeceğimiz ne var ki. Nasıl olsa her işe bulaştık bir kere. Sadece biraz daha fazla yoruluruz bir süreliğine, kervan yürür bir şekilde. İlk zamanlarımızı hatırlıyorum. Hiç bir özelliği olmayan çalışanlarımız yanımızdan ayrılırsa ne olur halimiz diye onların ne kaprislerini çekmiştik. Diğer bir husus da şu ki; Aynı işi birden fazla kişiye vermemek, ortaya konuşmamak lazım. İki kadın, camları silmekten kaçıyor. Birinin yükseklik korkusu, diğerinin kolesterolü. Yükseklik korkusu neyse de, kolesterolün cam silmeyle ne alakası var? Fırça etkisini gösteriyor. Camlar pırıl pırıl temizleniyor.

Yukarı yaylaya çıkıyorum, ceviz toplamaya. Sukutuhayal. (Yazılışı saçma gelse de TDK'da doğrusu buymuş.) En azından bir çuval çıkar dediğim ağaçlarda bir tane yok. Çuvalım boş dönüyorum. Akşama doğru Bayram Usta telefon ediyor. Çay ocağını almaya gidiyorum. Bu kez oldu gibi. 

Konuşması son derece saygılı ve kibar bir hanımefendi telefonla arıyor. Yarın öğlen yemeğine on hanım arkadaşını getirmek için rezervasyon yaptırmak istediğini söylüyor. Büyük bir olasılıkla bir gün buluşması bu. Uzun zamandır hanımların gün toplantıları olmuyordu. Bunun birinci sebebi restoranda çekirdek yemelerini kabul etmeyişim. Doğrusu da bu zaten. 

Tanıtım filmi çeken arkadaşlar geliyor. Son bir kaç poz daha almak istiyorlar. Bu kez Ankara'dan gelen misafirlerimizi ağırlıyoruz. Bayındırda bir kamu kuruluşunun başındaki beyefendinin yanında getirdiği misafirler müfettiş.

İki çocuklu sıcak bir aile konuğumuz oluyor. İlayda kocaman bir genç kız olmuş. Geçen geldiklerinde henüz iki aylık olan kardeşi Mete büyümüş, artık mama sandalyesine oturuyor. Belli ki bugün onlar için de özel bir gün. En güzel mezelerimizden ve ızgara et çeşitlerinden sipariş ediyorlar. İlayda'nın karnı çok acıkmış, onun için özel çocuk menüsü önceden hazırlanıyor.

Akşam misafirlerimiz erken kalkıyor. Elemanları bıraktıktan sonra yaylaya dönüyoruz eşimle. Uzun zamandır fırsat bulup izleyemediğim "Kim milyoner olmak ister." programını izliyoruz.

11 Ekim 2017 Çarşamba

GEÇMİŞ OLSUN

10/10/2017 Salı, Tire

Salı pazardan alışveriş yapmak üzere erken çıkıyorum yola. Dün Toplu Konut pazarından ihtiyacımızın büyük kısmını karşılamıştık zaten. Ağırlığı olan domates, patlıcan, soğanı, közlemek için kapya biberleri alınca büyük pazar işi rahatlıyor. Yeşillikler, pazı, kabak çiçeği, mantar, deniz börülcesi vs. bugüne kalıyor. 

Aklım Venüs'te. Kızımı arıyorum, telefonu cevap vermiyor. Operasyonun iyi geçmesini umuyorum. Kafamda bir sürü yapılacak iş kovalamaca oynuyor. Arada telefonuma gelen mesajlara bakıyorum. Trip Advisor'dan harika bir yorumla birlikte beş yıldız daha almışız. Geçenlerde ziyaretimize gelen Türkolog hanımefendi blogumda yayınladığım günlük hakkında çok güzel şeyler yazmış. Bunun gibi işin erbabından güzel dönüşler mutlu ediyor beni. Eğer bu işi biraz olsun kıvırabiliyorsam eşimin bunda büyük payı olduğunu söylemem gerek. 

Bugünkü yoğunluk hazırlık işlerinde. Çay ocağı hala yapılmadı. Bayram Ustaya telefon ediyorum. Gece işinin on birde bittiğini, geç olduğu için aramadığını söylüyor. Kuzu şişler, pirzolalar, bonfileler marine edilmek üzere özenle hazırlanıyor. Eşim köfte hamurunu yoğurmuş, mutfakta yardımcı hanımlar onlara şekil veriyorlar. Biberlerin közlenmesi lazım bir de. Bugün de yukarı yaylaya çıkmak için fırsatım olmayacak sanırım.

Telefonum çalıyor. Arayan Bayram Usta, "Bugün Salı Pazarı, dükkandan ayrılamam, sen çay ocağını buraya getir bir bakalım." diyor. Kazanın içindeki suyu boşalttıktan sonra ocağı arabaya yükleyip dükkana götürüyorum. Dükkan pazar yerinin kurulduğu sokakların arasında. Zor bela dükkana yanaşıyorum. Bagaj kapısını açıp bir türlü ısıtmayan kazanı aşağı indiriyorlar. "Bunun rezistans borusu patlamış." (!) diyor. "Kalitesinden dolayıdır." diye cevap veriyorum. İzmir'e telefon ediyor, birkaç fotoğraf çekip malzemecisine gönderiyor. Ocağı bırakıp yanından ayrılırken adeta yalvarıyorum. "Bak usta, pazar günü kahvaltıda misafirlerimize çay yetiştirmekte zorlandık, doğru düzgün, kaliteli malzeme kullan ve bir an önce teslim et şu ocağı."  

İki beyefendi geliyor akşam saatlerinde. Biri havalı, diğeri sıcak. "Merak ettik Taş Ev'i, bir bakalım dedik." Havalı beyefendi İzmir Alsancak'tan geldiklerini söylüyor. Taş Ev'i gezdiriyor, onlara bilgi veriyorum. Merdivenlerden üst kattaki salona çıkıyoruz. Manzara ve Taş Ev'in mimarisi büyülüyor bu gizemli insanları. Gizemli diyorum çünkü, ne iş yaptıkları, ne amaçla geldikleri konulu sorularımı cevaplamaktan kaçınıyor havalı beyefendi. Yanındaki arkadaşından bazı ip uçları alıyorum. Turizm işiyle uğraşıyorlarmış. Vitrinin önünde mezelerimiz hakkında bilgi veriyoruz. Aristokrat görünümlü havalı beyefendi masalardan birine oturuyor. Kırmızı şarap, peynir ve iç ceviz getirmemi istiyor. Servis açarken masasına davet ediyor, benimle biraz sohbet etmek istediğini söylüyor. Tam da o sırada telefonum çalıyor. Pazar günü Bayındır'dan gelen misafirimiz az sonra yemeğe geleceklerini haber veriyor. Sohbete başlamadan hazırlık yapmak üzere beyefendilerden müsaade istiyorum. "Şömine sobayı yakmak mümkün mü?" diye soruyor havalı olan. Sobalık bir hava değil ama muhtemelen şömine atmosferini görsün istiyor. "Maalesef mümkün değil." diyorum. 

Misafirimiz genç bir hanımla birlikte geliyorlar. İlk olarak şarap vitrininden Sarafin Cabarnet Savignon'u seçiyorlar. O artık mezelerimizi biliyor. İki kişinin yiyemeyeceği kadar sipariş veriyorlar. Masayı donatıyoruz. "Karnımız çok aç." derken üzerinde dumanı tüten nar gibi kızarmış ekmeğe yumuluyorlar." Diğer masada oturan havalı beyefendi, aklında kalan mezelerden biri olan "skordaki" sipariş ederken yeni mahsul cevizleri de görmek istediğini söylüyor. Bayındırlı misafirimiz o kadar meze ve şarabın yanında tereyağında yumurta hazırlamamızı rica ederken şaşırıyorum. Hemen arkasından devam ediyor. "Acele işimiz var, size zahmet olmazsa bir porsiyon bonfile, bir de Kaystros karışık ızgara alalım hemen." 

Telefonuma bir WhatsApp mesajının uyarı sesi geliyor. Mesaj kızımdan. Venüs'ün operasyonu çok iyi geçmiş. Narkozun etkisi devam ediyormuş. Bir de fotoğrafını çekmiş göndermiş. E, annelik kolay değil.

Havalı beyefendi, şarabını bitirdikten sonra sohbet etmek için daha fazla bekleyemiyor. Çok sayıda kartvizitimizi alıp müsaade istiyor. Kapıda "Bizim kara kızların yumurtalarından da alalım otuz tane kadar." diyor. Sohbet bir sonraki ziyarete kalıyor. 

El ayak çekilip elemanları evlerine bıraktıktan sonra biberleri közlüyorum. Eşimle birlikte soyuyoruz ve yarına hazırlıyoruz. Bir şey daha öğreniyoruz ki, kalifiye olmayan insana askerdeki erlere talimat verir gibi her şeyi söylemek gerek. Yoksa kendiliklerinden bir şey yapmak aklına gelmiyor bu insanların. "Otur, otur, kalk, kalk." Köz biberler ayıklanacak, ayıkla(!) Cevizler kırılacak, kır(!)

VENÜS TATİLİ

09/10/2017 Pazartesi, İzmir

Allah insana kaldırabileceği kadar yük veriyor. Yoğun bir hafta sonundan sonra tatil iyi gelebilirdi belki. Gece eşim yorgun düşmüş, yatağında uzanmış, gözlerini açamıyor. Tek istediği bir an önce uyumak. Gece yarısı kızım bir taraftan, ben bir taraftan eşimi ikna etmeye çalışıyoruz. Kızım, "Anne gel ben de uyur, dinlenirsin. Bir an önce çıkalım hadi." diye yalvarıyor. Ben ise tuhaf bir şekilde hiç yorgun değilim. Kızıma destek veriyorum. İşin aslı Venüs'ü götürmek. Venüs bu, rahat duracak mı arabada? Yolda giderken kızımızın üzerine atlarsa yolda tehlikeli bir durum yaratır mı? 

Sonunda ikna oluyor eşim. Kızımın arabasıyla yola çıkacağız, ben arkada Venüs'le otururken eşim kızımın yanında önde oturacak. Kapıyı bacayı kilitleyip düşüyoruz yola. Arabayı şehirde bırakmam lazım. Kızım ile eşim önde ben arkada şehre iniyoruz. Hesapta ben arabayı bırakıp kızımın arabasıyla gideceğiz birlikte. Kaplan köyünden aiağı inerken virajlı yollarda Venüs'ü yol tutmuş, eşim "Bu şartlar altında kimse beni götüremez, ben eve gidiyorum ne yaparsanız yapın." diyerek isyan ediyor. Uzun bir ikna mücadelesinden sonra çift arabayla İzmir'e devam etmeyi kabul ediyor. 

Kızım Venüs ile önde, ben eşimle arkada Selçuk yolundan otobana doğru ilerliyoruz. Bu yolculuğun bizim için tek nedeni var. O da kızımızı yalnız bırakmamak. Önümüzde ilerlerken gittikçe hızını arttırıyor. Onun bu kadar sürat yapmasının nedenini sonradan öğreniyoruz. Venüs yoldan rahatsız olunca bir an önce eve kapağı atmakmış mesele. Neyse, kazasız belasız kızımın evine varıyoruz. Eşim hemen dinlenmeye çekiliyor. Ben Venüs'ü gecenin ilerleyen saatlerinde dolaştırmakla meşgul olurken kızım arabasını temizliyor.

Yatmamız saat sabaha karşı saat dördü buluyor. Sabah kahvaltısını yaptıktan sonra dönüş yoluna çıkıyoruz. Kızım veteriner hekimden randevu almış. Yarın sabah kısırlaştırma operasyonu yapılacak. Memlekete döndüğümüzde pazar ve kasap alışverişlerini yapıyoruz. Venüs bize değişik bir hafta sonu tatili (!) yaptırmış oluyor. 

ÇİTLEMBİK

08/10/2017 Pazar, Tire

Dünkü yoğunluğun ardından pazar gününe hazırlanıyoruz. Oldukça geç yatmama rağmen sabah erkenden kalkıyorum. Mezeler ve et ürünleri büyük ölçüde tükenmiş durumda. Eşim geceden başladığı hazırlığa devam ediyor.

Giriş kapısının önündeki çitlembik ağacının dalları meyvelerini zor taşıyor. İlkokula giderken okulun bahçesindeki ağaçlardan çitlembik toplayıp yediğim günleri getiriyor hatırıma. 

Çay ocağı sözde tamir edildikten sonra suyu kaynatmadı. Kahvaltı için önlem olarak evden semaveri getirmiştik. Kahvaltı saatinin bir an önce bitmesi için dua ediyoruz. Emine Hanım kolları sıvamış misafirler için katmer yufkalarını açıyor. Eşim yine döktürmüş. Katmer yetmezmiş gibi misafirlere sunulmak üzere iki çeşit kurabiye, börek ve pişi hazırlıyor. 

Öğleden sonra yine Ödemiş, Bayındır'dan geliyor misafirlerimiz. Bugün Tire'den gelen de çok. Bütün masalarla ayrı ayrı ilgileniyorum. Hava düne göre biraz daha güzel. Veranda ve salonda ağırlıyoruz misafirlerimizi. Onlardan biri beş yaşındaki kızlarını  da getirmişler. Adı Irmak. Kızımın adını taşıdığı için daha fazla ilgi gösteriyorum. 

Dünden rezervasyon yaptıran Bayındır'lı aile İzmir'den misafirleriyle birlikte gelmişler. Doğrudan üst kata çıkıp kendilerine ayrılan masaya oturuyorlar. Vitrine ve menüye bakmaksızın bütün mezelerden istediklerini söylüyorlar. İzmir'den gelen misafirler hem manzaraya hem mezelere hayran kalıyorlar. Bazı mezeleri tekrar tekrar sipariş ediyorlar. Sıcak bir ortam oluşuyor. "Keşke burada konaklama imkanı olsaydı." diyor hanımefendi. Haftaya çok daha kalabalık bir grupla geleceklerini söyleyip şimdiden rezervasyon yaptırıyorlar. 

Genellikle arkadaş ve dost tavsiyesi üzerine gelenler çoğunlukta. Çalıştığımız bir bankanın müşteri temsilcisi arıyor. Evlilik yıl dönümünü kutlamak üzere yarım saat sonra bir aile gelecekmiş. En güzel masalardan birini ayırıyorum. Güzel bir gece geçiriyorlar. Et yemekleri çok takdir topluyor. 

Ödemiş'ten bir partinin gençlik kolları başkanı eşiyle evlilik yıl dönümleri için rezervasyon yaptırıyorlar. Aynı partinin Tire gençlik kolları başkanı şiddetle tavsiye etmiş Taş Ev'i. Geldiklerinde onlarla koyu bir sohbete dalıyoruz. "Bundan sonra gideceğimiz başka bir yer yok." diyor beyefendi. Menderes Havzasındaki gençlik kolları buluşmasını burada yapmak istediklerini söylüyor.

Telefonum çalıyor. Artık bu saatten sonra kimseyi kabul edemem diye düşünürken, telefonun ucundaki beyefendi oldukça nazik bir şekilde Karşıyaka Alaybey'den aradığını söylüyor. Bir arkadaşının tavsiyesi üzerine 19 Kasım'a rezervasyon yaptırmak istiyor. Daha o tarihe çok uzun bir zaman olduğunu söylüyorum. İnternetten masa düzenlememize çok beğendiğini belirterek, paranın mühim olmadığını, sadece çok güzel bir masa istediğini söylüyor. O gün kız arkadaşının doğum günü olduğunu, kendisinin önceden mutlaka gelip nasıl bir düzenleme yapılabileceği konusunda konuşmak istediğini söylüyor.

Gecenin sürprizi kızımdan. Geç vakit arkadaşının düğününden ayrılıp bize doğru yola çıktığını söylüyor. Bu vakitte yola çıkmamasını söylüyoruz ama dinleyen kim? Sabaha karşı varıyor yaylaya. Onun kafasında Venüs'ü götürüp kısırlaştırma işi var. Kafasına koyduğunu yapıyor da.