KATEGORİLER

30 Temmuz 2017 Pazar

SUYUNU ÇIKARMAK

29/07/2017 Cumartesi, Tire

İstanbul'un altını üstüne getiren yağmur bahçedeki ağaçların yapraklarını bile ıslatmadı. Birkaç damla serpiştirince reçelleri, domatesleri gözaltında tutuyoruz. Güneş onlara enerjisini akıtmaya devam edecek. Sofralarımızı süslemesi, bizlere o doyumsuz lezzeti sunabilmesi için biraz daha sabretmemiz gerekiyor. Güneş yüzünü gösterince ilk iş olarak dışarı alıyoruz onları.

Güneş ve yağmur. Can veren, can alan ikili. Güneşin olmadığı, yağmurun yağmadığı yerde hayat olur mu hiç? Olsa bile hayat denir mi buna? Güneş çıktı mı sahneye, bulutlar kaçışır. Sonra yağmur alır sahnedeki yerini, gökyüzü bulutlarla kaplanır. Nadiren bir araya gelirler, güneş parlarken gökyüzünde, haylaz bir bulut geçer altından. Birkaç dakikalık serpinti hayrete düşürür insanı. Güneşle yağmurun seviştiği andır bu. Bazen araları açılır yağmur günlerce hatta aylarca görünmez olur. Kuraklık alır başını gider, kıtlık, susuzluk başlar, bütün canlılar hayatta kalma mücadelesi verir. Beklenen yağmur gelir sonunda, tarlaya bahçeye can verir. Tabiatın ölçüyü kaçırdığı anlar vardır. O özlenen yağmur yeter dedirtir insana. Sel olur önüne kattığını götürür, ne can gözetir ne mal.

Olağanüstü olmayan bir pazar günü sonrasında evimize dönüyoruz. "Suyunu çıkarmak" diye bir deyim vardır. Ben severim suyunu çıkarmayı. Neyin suyunu çıkarsam önüme set çekilir. Bir zamanlar günde en az beş altı teneke kutu coca-cola içerdim. Kırk sene çay içmesem aramam ama cola'sız duramazdım. Yaz kış demeden donma noktasına yakın, buz gibi, ya zero ya da light olanından. Yeri geldiğinde hepsini içerim ama ne rakı, ne şarap, ne de bira müptelasıyım. Söz konusu cola olunca başka. Dizimin üzerinde bacağımın yan tarafında bir kaşıntı başlamıştı. Önceleri önemsemedim. Tatlı bir kaşıntıydı çünkü. Üstelik elimin rahatlıkla ulaşacağı bir yerdeydi. Pantolonumun üzerinden bacağımı kaşıdım durdum günlerce, aylarca. Doktora gitmeme konusunda inatlaşınca bazen ben kazanırım, problem kendiliğinden yok olur. Bu sefer öyle olmadı. Cildiye doktorlarını bilir misiniz? Psikiyatr uzmanlarına taş çıkartırlar. Son zamanlarda ne yediniz? Daha önce böyle bir rahatsızlığınız oldu mu? Son günlerde yediklerinizi düşünün. Neredeyse çocukluğuma inecek. Eşim fırsatı kaçırmaz böyle durumlarda. "Sadece altı yedi cola içer günde." Doktor güzel bir pas almış forvet oyuncusu edasıyla, "Tamam, bu bir neden olabilir, kutu içeceklerin alaşımında bulunan nikel sıvıya karıştığında bazı hassas bünyelerde alerji yapabilir." Kutu cola'ya ara verdim ama kaşıntım bana mısın demedi. En az üç dört pantolon kaşımaktan dolayı eridi, attık. Başka doktora gittik, aynı sorular, aynı cevaplar. "Bu bölgede kaşımaktan deriniz kalınlaşmış." Bir merhem, bir hap, değişen bir şey yok. Bir kaç ay daha kaşındım, sonra kendiliğinden geçti.

Şimdilerde geceleri bir litre kola ve yanında bisküvi yemeye başladım. Tiryakilik gibi bir şey bu. Markette litrelik zero ve her zaman aldığım bisküvi türü kalmadı. Yine suyunu çıkarıyorum. Eşim bu su çıkarmalara hep karşı. "Şekerin çıkacak." Bende şeker meker yok ki. Azıcık bir şey çıkmıştı. Biraz kilo verdim, yediklerime dikkat ettim, doktor son ölçümde "Sizde şeker kalmamış." dedi. Kızım karşı çıkıyor, "Yok öyle şey babacım, senin bünyen müsait değil, dikkat etmek zorundasın hayatın boyunca." Hayatım boyunca? Kendime suyunu çıkaracak başka bir meşgale bulmalıyım. Bir yıldan fazla günlük tutuyorum. İlk önceliğim bu. Sesleniyor eşim, "Yemek hazır." Cümlemi bitirip hemen geliyorum. Eşimin cevabı hazır, "Onun da suyunu çıkardın."

29 Temmuz 2017 Cumartesi

HAYAT BİZE GÜZEL

28/07/2017 Cuma, Tire

Bu kez eşimle birlikte çıkıyoruz küçük pazara. Köylü kadınlardan kabak çiçeği bulmak hala mümkün. Aslında bir derin dondurucu da onun için almak lazım. Bu aralar talep "Kabak Çiçeği Dolması" na. "Fellah köfte" ve "Sikordaki" 'ye meydan okuyor. Eşim sarmalık taze yaprak arayışında. Sonunda bir yerden aradığını buluyor. Sapları mor, damarlı, tüylü olmayacakmış. Her işin bir uzmanı var. 

Haftanın ikinci, hatta Toplu Konut'un pazartesi pazarını da sayarsak üçüncü pazarı olmasına rağmen yüklü bir alışveriş yapıyoruz. Havada yağmur taşıyan bulutlar her an bize sürpriz yapabilir. Terasta kurumakta olan domatesleri içeri aldığımızdan dolayı içimiz rahat.

Yayla rüzgarlı bugün. Güneş çıkınca kuruyan domatesleri, güneşlenen reçelleri yeniden terasa almayı düşünüyoruz. Henüz işe başlamadan avluya bir kaç yağmur damlası düşüyor. Hemen vazgeçiyoruz. Gün boyunca yağmur yağmıyor ama biz cesaret edip kurumakta, güneşlenmekte olan zerzevatı dışarı çıkartamıyoruz. 

Dünün aksine misafirlerimiz akşama doğru gelmeye başlıyor. Oysa dün gündüz ve akşam misafirleri daha dengeliydi. Önümüzdeki günlerde askere gidecek bir gence arkadaşları yemek vermek istemiş. Alışveriş yaptığımız mandıralardan birinde hemen hemen hergün yüz yüze geldiğimiz bir genç, saygılı ve efendi. Hatay'a çıkmış görev yeri, denizci. Şanslıymış yine. Hatay güzel memleket, bol bol künefe yer artık. Yine de Suriye'ye sınır. Ateşin sönmesi için silah tüccarlarının kana doymaları gerek.

Öğleden sonra kendimiz için en güzel sofralarımızdan birini hazırlıyoruz verandada. Çünkü masamızda balık var. Üstelik ustamız da bu işin erbabı olunca keyfimize diyecek yok. Böylesine güzel sofrada en azından soğuk bir bira aranıyor. Öyle de güzel gidiyor ki meret ızgara balığın yanında. Birbirimize teşekkür ederek bize bu imkanı bahşeden, yerin göğün sahibi, Ömer dostumun "Tengri" sini minnetle anıyoruz.  

Öğleden sonra Ertuğrul Şefin yaptığı irmik helvasının nefis kokusu burnumun direğini sızlatıyor. Hemen önüme bir tabak geliyor. Balığın üzerine tatlı ne güzel yakışıyor. Her kaşığı daldırışımda tabağımdaki güzelliğin bir kaşık eksildiğini düşünüp hayıflanıyorum. Tabağın sonu geliyor, bir tabak daha mı istesem acaba? Şimdi "Sende şeker var, yeter o kadar yediğin." diyecekler. Bırakıyorum peşini, dağınık kalıyor.

Gece saat 23'ü geçmiş. Bir kaç masa sohbetlerine devam ediyor ama diğerleri sanki bir yere yetişmek için yemeklerini yedikten hemen sonra kalkmışlar. Alkollü içki tüketimi de az bugün. Halbuki dün daha fazla alkol tüketilmişti. Cuma akşamlarının yerleri mi karıştı ki. Bir araba giriyor bahçeye. Servisimiz sona erdi demeye hazırlanıyorum. Sonradan Torbalı'dan geldiklerini öğrendiğim üç beyefendi iniyor arabalarından. Mekanı ilk kez gören diğer misafirlerin verdiğine benzer tepkiler alıyorum. Merak edip gelmişler görmeye Taş Ev'imizi. Hayretler içinde kalıyorlar. "Hep aşağıya giderdik, bize böyle güzel bir yer açıldığını söylemediler ki." Arkadaşı lafa karışıyor. "Hiç insan evine gelen misafirine, bak komşumuza da gidebilirsiniz, hem onun evi daha müsait, ağırlamaları da daha güzel." der mi? 

28 Temmuz 2017 Cuma

TANITIM

27/07/2017 Perşembe, Tire

"Bugün erken çıkalım yaylaya." diyor eşim. Tire Süt Kooperatifi ürün tanıtımı fotoğraf çekimleri için Taş Ev'i uygun görmüş. Birkaç yere uğrayıp alışverişimizi tamamladıktan sonra yeni bir güne başlıyoruz. Görevli arkadaşlar bizden önce gelmiş. Salonda masalar çekime hazırlanmış, Tire Süt Kooperatifinin koli koli ürünleri bir köşeye istiflenmiş. Bir saat süreceği söylenen çekim tam beş saat sürüyor. 

Ekip yorulunca mola veriyor, yemeklerini yiyor, çaylarını içiyorlar. Yurdun değişik köşelerinden gelen misafirlerimizi zevkle ağırlıyoruz. Ankara'da görev yapan subay ailesi verandada oturmayı tercih ediyor. Aslen Tire'li olan aile anneleriyle  birlikte Şirince'yi gezdikten sonra Taş Ev'e konuk oluyor. Misafirlerimizin yemek tercihi meşhur Tire şiş köftesi. Üç genç geliyor arkasından, hiçbir ailevi bağ yok aralarında. Onları sıkı bir dostlukla birbirine bağlayan bisiklet tutkusu. Hanımefendi Eskişehir, beyefendiler İstanbul ve İzmir'den.

Çekim ekibini uğurladıktan sonra bize destek olmak üzere genç bir işletmeciyi misafir ediyoruz. Bizden hiçbir talebi yok. Eski dostluğun hatırına Taş Ev'i daha iyi tanıtmak için neler yapmalı, neleri değiştirmeli konularında önerilerde bulunacak. Yapılan yatırımın geri dönüşünün kaç yıl olarak planladığımızdan başlıyoruz. "Yok öyle bir şey." diyorum, şaşırıyor. "İlk aşamadaki hedefimi gerçekleştirdim." diyorum. "Nedir hedefiniz?" diye sorunca açıklıyorum. Keyif yapmak, keyif yapmaya gelenleri ağırlamak... Profesyonel birinin garibine gidiyor cevabım. "Aklından zoru mu var bu adamın?" diye düşünmüş bile olabilir. Bu konuda eşim dahil benim gibi düşüneni görmedim şimdiye kadar. Böyle bir işletmenin sahibi olmak, yurdun dört bir yanından kaliteli insanları ağırlamak benim için bir zevk. Ticari kaygım yok. İnsanların bunu anlaması çok zor. Genç arkadaşımız şaşırıyor, "Peki bu işten para da kazansanız daha iyi olmaz mı?" Bu soru biraz düşündürüyor beni. Kim istemez parayı. "Yok ben para kazanmak istemiyorum." demek o kadar gerçekçi gelmiyor insana. Gel gelelim önceliğim değil bu. Önceliğim ne? Eğer önceliğim para olsaydı kendi mesleğime devam eder hiçbir riske girmeden mevcut ciromun yarısından fazlasını elde edebilirdim. Zamanı geldiğine inandım, hayatımın geri kalanını eşimle birlikte farklı bir şekilde geçirmeye karar verdim. Hepsi bu (!)

Logo'dan, motto'dan devam ediyor söyleşimiz. Mevcut olan her ikisinden de hoşnutum. "En güzel anlarınızda..." motto'sunun "Doğayla lezzetin buluştuğu yer." le değiştirilmesi ne kazandıracak ki bana. Misafirlerimiz en güzel anlarını bizimle burada paylaşmıyorlar mı? Sayısız gencin evlilik teklifinde bulunduğu, evlilik yıl dönümünü, doğum günlerini kutladığı yer olmadık mı? 

Fiyatlarımız yüksek, porsiyonlarımız büyükmüş. Fiyatlarımızı düşürüp porsiyonlarımızı küçültmemiz daha uygun olabilirmiş. Her şeye karşı olan ben, buna da karşı çıkıyorum. Taş Ev'i tercih eden misafir, en iyi mezeyi, en lezzetli eti olması gereken miktarlarda yiyecek, gereken ilgiyi, saygıyı bulacak karşısında. Halk pazarı olsun diye açmadım ki bu mekanı. Burası tabldot verilecek bir yer hiç değil. Taş Ev bir keyif mekanı. Yenilen yemeğin lezzeti, manzara, gösterilen ilgi yıllarca akıllarda kalsın istedim. "O halde siz -Fine Dining- konseptine yakınsınız." diyor sevgili arkadaşım. Evet, hedefim aynen odur. Fakat o hedefe henüz çok uzak olduğumu biliyorum. 

"Havuzun kenarına şöyle hasırdan tabureler koysanız..." Yok, artık. "Güzel bir tanıtım filmi işe yarayabilir." Bu adımı attım zaten, hazırlık aşamasında. "Yemek tabaklarınız olması gerekenden çok büyük, porsiyonlar büyük tabakta az görünür." Size saygısızlık etmiş olmayayım ama ne porsiyonları ne de tabak boyutlarını küçültmenin iyi bir fikir olduğunu düşünmüyorum. 

Bu değerlendirmeler zihnimi yoruyor. Doğru bildiğim yolda ilerlemenin isabetli olacağını düşünüyorum, son misafirlerimizi uğurlarken...

RENKLİ MİSAFİRLER

26/07/2017 Çarşamba, Tire

Alışveriş ve diğer işlerimi hallettikten sonra yayla havasına koşuyoruz. Koşuyoruz mu desem yoksa şehrin bunaltıcı sıcağından kaçıyoruz mu, biemiyorum. Zira öğlen saatlerine kadar şehirde klimasız oturulmuyor. Gece boyunca ter damlalarının kulak ucumdan başımı koyduğum yastığa akışından rahatsız oluyorum fakat uykum ağır basıyor. Süs havuzuna suyun geldiğini görünce rahatlıyorum. Zira bu deponun dolduğuna işaret. Soğutucu dolaplarına şişeleri doldurduktan sonra yumurtaları toplayıp tavukları besliyorum. Beni görür görmez çığlık çığlığa peşime takılıyorlar. Onlardan birkaçı kümesin yanındaki kullanılmayan horoz kümeslerinden birini kendine folluk yapmış. Her gün yumurtalarını oraya bırakmayı alışkanlık haline getirmişler. Erken davranırsam yumurtaları alabiliyorum, gecikirsem Venüs onları affetmiyor. 

Günün ilk misafirleri Denizli'den. Onlar da temiz yayla havasında konaklamanın harika bir şey olduğundan dem vuruyor. Üç kızı ile birlikte verandada oturan beyefendi oldukça konuşkan. İşim yoksa masaya oturmamı kendisiyle sohbet etmemi istiyor. Tekstil işi ile uğraşıyormuş. Denizli'ye yolum düşerse beklediğini belirterek telefonunu vermek istiyor. Müşteri ile olan normal bir ilişki gibi değil bu. Gelenlerin kendini borçlu hissederek "Bize de bekleriz." demesi garibime gidiyor. 
Öğleden sonra canım Amy dinlemek istiyor. Misafirlerimiz nazik bir şekilde sesi biraz kısmamı rica ediyor. Anlıyorum ki Türkçe müzik çalmamı istiyorlar. Onları uğurladıktan sonra Rolling Stones 'tan "Angie"dinliyorum. Gençliğimin parçaları... Bob Dylan'dan "Like a Rolling Stone" tamamlıyor "Angie" yi. Evet, elbette Dire Straits geliyor peşinden. Romeo & Juliet. 

Bugün keşkek günümüz. Dün misafirlerimizden birinin siparişi üzerine şefimizin yaptığı patlıcan balığı aklımızdan çıkmıyor. Sağ olsun bizleri  kırmayıp öğle yemeğinde hazırlıyor aynısından. Az sonra ateşten yeni indirdiği keşkek geliyor önümüze. Şöyle bol tereyağlı, bol  salçalı olunca pek de güzel gidiyor. 

Venüs nerede bir gölge bulsa kıvrılıp yatıyor. Her zamanki azgınlığı yok nedense. Fifi rahat ediyor. Tavuklar dur durak dinlemiyorlar girmemeleri gereken bahçeye hatta bazen verandaya geliyorlar. Bugün onları kışkışlamaktan iflahım kesiliyor.

Akşam misafirleri anlaşmış olmalılar (!) Tabiri caizse baskına uğramış gibiyiz. Rezervasyon yaptırmadan gelen misafirlerimizden hangisine öncelik vereceğimiz kafamızı karıştırıyor. Her masadan en az bir kişi daha önce Taş Ev'e gelmiş kişiler. Güzel bir yere gidelim deyince akıllarına ilk gelen yer Taş Ev. Benim istediğim de bu zaten. Daha önce iki kez ağırladığımız yabancı bir şirketin üretimden sorumlu İtalyan müdürü Giovanni ile sohbet ediyoruz. Burada yedikleri mezeleri ve soluduğu havayı başka yerde görmediğini söylüyor. Onun bu değerlendirmesini önemsiyorum. Çünkü bu beyefendi işi gereği dünyanın pek çok ülkesini dolaşıyor. Türkiye'den ayrılmadan önce arkadaşları ile bir kez daha geleceğini söylüyor.

Verandada oturmayı tercih eden bir grup misafirimizi merak ediyorum. Masalarındaki hanımefendinin önerisi üzerine geldiklerini söylüyor hesabı ödemeye gelen genç adam. Kendisinin Avustralya'da yaşadığını, mekanı çok beğendiklerini söylüyor. Ayrılırlarken onun da Giritli bir aileye mensup olduğunu öğreniyorum. Son derece memnun ayrılıyorlar. Söyledikleri mezeleri kısa sürede midelerine indiriyorlar. O kadar hızlılar ki bütün ekip hayrete düşüyoruz. Karınlarının aç olmasının yanı sıra mezelerin lezzetinin de payı var elbette. Beyefendi ile Avustralyayı konuşuyoruz. Kocaman bir kıta ama sadece 24 milyon nüfusu varmış. Hala göçmen kabul edip etmediklerini soruyorum. Çok sıkı kontrolden geçiriyorlarmış artık. Özellikle Müslümanları vatandaşlığa kabul etme söz konusu olunca ince eleyip sık dokuyorlarmış. Işid gibi örgütlerin Müslüman kimliğe verdiği zarardan bahsediyor. Altı yıldır bulunduğu Avustralya onun vatanı olmuş her şeye rağmen. İşsizlik konusunda endişeden uzak bir yaşam sürüyorlar. Her kim işsizim diye başvuruda bulunursa devlet hemen ona bir iş ayarlıyormuş. İnsanları son derece saygılı ve sıcakmış lakin Müslüman olduğunuzu öğrendikleri vakit yüzlerindeki ifade değişiyormuş birden.

İşte böyle, dünyanın değişik ülkeleri hakkında bilgi sahibi oluyoruz. Bilgiye ulaşmak için fazla bir çaba göstermiyoruz, bilgi ayağımıza geliyor.

26 Temmuz 2017 Çarşamba

KONAKLAMA MI?

25/07/2017 Salı, Tire

Tatil günümüzü salıya almamız her bakımdan iyi oldu. Sabah pazar alışverişini yapıktan sonra yaylaya çıkıyoruz. Su problemini halletmek için Salih hala adam gönderecek (!) Dün birkaç kez aradım. Son aradığımda lütfetti telefonu açma zahmetine katlandı. "Şimdi yukarı çıkıyoruz." deyince içime bir ferahlık çöktü. Yukarı yaylaya çıkıp yaptıklarını görmeye bile sabrım yoktu. Telefon ettim sıkıntıyı giderip gideremediklerini öğrenmek için. Telefonu açan yok. İş başa düştü deyip patika yoldan yukarı tırmanmaya başladım.

Hava kavurucu sıcak. Hazır çıkmışken yanıma iki kova almayı ihmal etmiyorum. Nasıl olsa boş gelmem, illa ki toplayacak bir şeyler bulurum. İlk hedefim kesilen suya çözüm bulmak. Büyük havuzu besleyen hazne tıkalı. Gideri bulmak için epey uğraşıyorum. Sonunda aradığım elime takılıyor. Hiç akla gelmeyecek bir şey. Tam da boru çapında bir kestane tıpa gibi borunun ağzını kapatmış. Kestaneyi çıkarınca haznede biriken su boruya hücum ediyor. Hem işimi görüyor olmam hem de Salih'e yalvarmama gerek kalmaması bana çifte mutluluk yaşatıyor. 

Kovanın birini armut diğerini erikle doldurmayı hayal ederken armut ağacının yanına gelince fikrim değişiyor. Kuşlar armutları yemeye başlamış çünkü. İki kovayı doldurduktan sonra erik ağaçlarının bulunduğu yere ilerliyorum. Geçen seneki kadar olmasa da iki kova dolusu erik var ağaçlarda. Eşime göstermek için bir kaç avuç numunelik topluyor armut kovalarına dolduruyorum. Kendine özgü bir tadı olan eriğin en sevdiğim özelliği kolaylıkla çekirdeğinden ayrılması. Kayısı eriği dedikleri bu olabilir ama henüz her meyvenin cinsini bilecek kadar kemale eremedim.   

Yoğun bir gün yaşıyoruz. Gelen misafirler verandadan ziyade bahçe kısmını tercih ediyorlar. Rezervasyon yaptıran diğer bir grup manzarayı daha cazip bulduğu için salonda oturmak istiyor. Akşam saatlerinde çıkan esinti misafirlerin keyifli saatler geçirmesine katkı sağlıyor. 

Gün geçmiyor ki birileri burada en büyük eksikliğin konaklama olduğunu söylemesin. İleride ne düşünürüm bilemiyorum ama şimdilik böyle bir planım yok. Yine de buraya uyum sağlayacak nasıl bir şey olabilir diye internet görsellerine göz gezdirmekten kendimi alamıyorum.  

MAVİŞEHİR

24/07/2017 Pazartesi, İzmir

Dün gece yarısı varıyoruz İzmir'e. Tatlı krizimiz tutunca güzel bir pastaneye atıyoruz kapağı. Vitrinde sergilenen pastalar ve çeşit çeşit tatlılar oldukça davetkar geliyor gözümüze. Bu kadar geç saatte mekanların açık olması şaşırtıyor beni. Tek personel oradan oraya koşarak müşterilerin isteklerini yerine getirmeye çalışıyor. Her birimiz farklı bir şey denemek istiyoruz. Sunum ve lezzet yerinde ama bu rengarenk puding, dondurma ve tatlılarda bolca gıda boyası kullanıldığı kesin. Bunu fazla dert etmeden bir çırpıda bitiriyoruz önümüzdekileri. 

Kızımın evi çok sıcak. Yanıma aldığım bilgisayarı açıyorum ama kısa bir müddet sonra uyku teslim alıyor bedenimi. Ertuğrul Şef büyük bir incelik gösterip hayvan dostlarımızla ilgileniyor bugün, içim rahat. Kahvaltıdan sonra Karşıyaka'ya doğru yola çıkıyoruz. Alaybey Karşıyaka arasındaki dar sokaklarda sağlı sollu park etmiş araçların arasından geçerek servisi buluyor, eşimin eli ayağı robotu teslim alıyoruz. Aslında o robotun pabucu çoktan dama atıldı. Bakacağız, inceleyeceğiz, parça talebinde bulunduk henüz gelmedi nev'inden gerekçelerle tamir olacağına dair inancımız kalmadığı için mecburen gidip yenisini almıştık. İki robotumuz olunca  tamirden çıkan robotu yedeğe alıyoruz.

Oraya mı gidelim, buraya mı derken Mavişehir'de karar kılıyoruz. Çarşı içinde bir çok dükkan bulunuyor. Eşimle kızımdan ayrılıyorum. Zira alışveriş bana göre değil. Onlar da başlarında hadi, hadi diyen biri olmaksızın rahat rahat bütün dükkanları geziyorlar. Starbucks'ta oturup kahvemi içerken çevremde dolaşan insanları izliyorum. Giyim kuşamları, birbirlerine olan saygılarını görünce İzmir'in Karşıyaka'ya taşındığı duygusuna kapılıyorum. Şu 35,5 esprisine hak vermeye başlıyorum.

Beklemekten yoruluyor, kızıma telefon ediyorum. Buluşup bir şeyler atıştırıyoruz. Yemekten sonra biraz daha birlikte dolaşıyor, alışverişe devam ediyoruz. Gerçekten de Mavişehir medeniyetin başşehri olmuş. Birbirlerini sosyo-ekonomik bakımdan yakın hissedenler yeni koloniler kurmuş bir bakıma. Ankara'da da aynı şeyleri gözlemlemiştim. Kültür ve ekonomik düzeyi yüksek kesimin oturduğu eski semtlerden bir kaçış var. Yeni yeni şehirler kuruluyor, insanlar burada çok katlı apartmanlarda kutu gibi dairelere milyonlarca para ödüyorlar. Eskiden saatte bir otobüs geçen Çayyolu'nda, Ümitköy'de, İncek'te durum aynı. Bütün kalbur üstü kesim bu yeni yerleşkelere koştu. İzmir'de Balçova köy, Mavişehir bataklıktı. Şimdilerde İzmir'in en sosyetik semti Alsancak'a dönüp bakan yok neredeyse...

Akşamın ilerleyen saatlerinde evimize dönüyoruz.                                                                            

25 Temmuz 2017 Salı

KUYRUK

23/07/2017 Pazar, Tire

Sıcak günlerden biri daha. Kahvaltı servisinden sonra soluklanıyor, kiraz ağacının altındaki masada biraz şekerleme yapma fırsatını yakalıyorum. Bu akşam bir misafirimiz evlilik yıldönümü için özel masa düzenlenmesini talep ediyor.

Yaz sezonunda müşteri portföyümüz değişiyor. Dışarıdan gelenler daha fazla. Bir de şehir sakinlerinden namını duyup ilk kez Taş Ev'i ziyaret edenler var. Arkadaşlarına telefon ederek bulundukları ortamı ballandıra ballandıra anlatıyorlar. Sadece bir saat kadar oturup kalkmayı düşünenler serin ve temiz havayı bulunca programlarını değiştiriyorlar.

Taş Ev'e ilk kez gelen misafirlerimizi  gezdirirken kısa bilgiler veriyorum. En fazla merak ettikleri konu bu projenin kaç paraya mal olduğu. Bunu sormadan önce bir girizgah yapmayı da ihmal etmiyorlar çoğu zaman. "Epey harcamışsınız bu işe." Daha yapılacak çok şey olduğunu biliyorum. Bazıları bildiğim şeyleri söylüyorlar. Mesela park yerinin iyileştirilmesi, peyzaj gibi... Diğer bir husus salonun manzaraya hakim cephesinde camın altındaki ahşap kısmın biraz yüksek olduğu. Ünal Usta'ya telefon ediyorum. Kuşadası'nda şezlonga uzanmış keyif yaparken yakaladığımı söylüyor. Salı gününe geleceğini, ahşap panoların ısıcamla değiştirilmek için ölçü alıp fiyat verebileceğini söylüyor.

Facebook sayfalarını karıştırırken bir fotoğraf paylaşımı beni hem gülümsetiyor hem de düşündürüyor. İzmir-Aydın otoyolunda ortalama hız sınırını geçen sürücülere ceza kesileceği  kararı üzerine ceza ödememek için sürenin geçmesini bekleyen uyanık sürücüler yol kenarında uzun kuyruklar oluşturuyormuş (!)  

Misafirlerimizden bazıları konaklama konusunu düşünmemi istiyor. Bunu düşünmem için henüz çok erken. Herkesin farklı hayali var elbette. Genç misafirlerimiz ileriki yaşlarında bu yaptığım işin hayallerini kuruyor.

Akşam misafirleri erken ayrılınca ani bir kararla İzmir'e gitmeye karar veriyoruz. Evden birkaç parça eşya alıp çıkıyoruz yola. Geceyi kızımızın evinde geçiriyoruz.