KATEGORİLER

20 Şubat 2016 Cumartesi

20/02/2016 Cumartesi, Kuşadası

Yeni düzenimizde artık kahvaltılar benden. Hemen herkesin onsuz olmaz dediği çay keyfini ise hiç sormayın, tamamen uzak bana. Ne bileyim, çay içmekten hiç zevk almıyorum işte. Bundan dolayı, çay hazırlamasını da pek bilmiyordum. Madem kahvaltının olmazlarından biri bu çay denilen şey, nasıl yapıldığını da öğrenmem lazımdı. "Ne yani, onu da bilmiyor musun?" demeyin hiç. Öyle çay deyip geçmeyin. Uzmanlık işiymiş meğer. Ben ne kadar çaydan anlamıyorsam eşim o kadar bu işin uzmanı. Mutfağımızda her biri farklı kutuların içinde çeşit çeşit çaylar bulunur. Bunların bazıları poşet içinde, bazıları dökme. Belli bir dönem şundan bir poşet, kırmızı kutudan bir çay kaşığı, sarı kutudan bir tatlı kaşığı çay koymam gerekir demliğe. Bir süre sonra değişiklik ister canımın canı. Bu sefer başka kutulardan değişik ölçeklerde yeni formüller uygularım isteğine göre.

İlk olarak çayla başlarım işe. Önce su ısıtıcıda (kettle dememe kızıyor) suyu kaynatırım, sonra demliğe (formülüne göre) belli çay türlerinden değişik ölçülerde çay koyarım, su kaynayınca çaydanlığa alıp ocağın altını açarım, nihayet üzerine belli miktar kaynar su ilave edip iyice kısarım ocağın altını. Kahvaltı hazırlamak benim için bir zevk  ama çayı eşimden başkasına yapmam. Neyse elim alıştı artık. Çayımı da beğeniyor. Sorun yok o zaman. 

En çok yumurta hazırlama faslını seviyorum. Prof. Canan Karatay'ı arkama almışım nasıl olsa. Bilim adamlarının "Aman yumurta yemeyin, kolesterolünüz azar, ölürsünüz." diye ortalığı ayağa kaldırdığı zamanlarda bile, yumurta yemekten kimse alıkoyamamıştı beni. Uzun süre yüksek çıkacak korkusuyla kolesterolümü  bile ölçtürmemiştim. Mevsimine göre her sabah değişik bir yumurta yemeği, peynir ve zeytin çeşitleri ile ev yapımı bir kase yoğurttan ibarettir benim kahvaltı menüm.

Neredeyse ekmeğin her türlüsünü bir yıldır çıkardım hayatımdan. Dediğim gibi çay da içmem. Renkli sudur o benim için. Hiç su sevmez mi insan? Ben onu da sevmem. Renksiz, kokusuz yani şahsiyetsizdir su, bana göre. İlla ki bir şey içmem gerekiyorsa, limon aromalı soda içerim. Eskiden diyet kolaya tutku derecesinde bağlılığım vardı. Neyse ki, epey azalttım bu aralar. Her sabah iki ince kepekli ekmek dilimi arasına peynir koyup bir tost hazırlarım eşime. Tost makinesine eşimin ekmeğini koyma zamanıyla benim yumurtalarımı tavaya kırma zamanı birbirine denk düşer. Eğer birinde gecikirsem diğeri yanar maazallah. Eşim tam bir çay tutkunu, çay yoksa kahvaltı yoktur onun için.

Her gün tekrarlanan bu kahvaltı hazırlığından sonra eşime seslenirim, "Kahvaltı hazır." Mutlaka bir işi vardır elinde.  Hemen işine ara verip karşılıklı otururuz masaya. Tam karşımızda Gölet Restoran ve caddeye kadar inen yemyeşil bir arazi üzerinde serbestçe dolaşıp karnını doyuran bazen  iki bazen de üç doru atı seyrederiz. Zaman zaman koyun ve kuzulardan oluşan bir sürü dolanır onların arasında. Hemen sol tarafımızda bir kaç tane okul sıralanır. Sabahın ilk saatlerinden itibaren öğrencilerin derse yetişme telaşı ilişir gözümüze. Arada günün ilk haberlerini, gazete başlıklarını izleriz mutfaktaki küçük televizyondan.

Bu sabah mutfağın panjurunu açtığımda, karşıma çıkan her zamanki pastoral manzaranın yerini kesif bir sise bıraktığını gördüm. Göz gözü görmüyordu. Bu havalar insanın canını sıkar, içini karartır. Havayı değiştirmek için bir şeyler yapmalı. "Bir yerlere gidelim." dedi eşim. Her zaman böyle karar veririz biz. Aniden, durup dururken. "Aydın'a gidelim haydi" dedim. "Arkadaşlara da uğrarız belki..."

Yakup Ustayı aradım. Yaylada çalışıyorlarmış. Taş duvarı bitirmek üzerelermiş. Artık taş fırına başlamaları lazım. Gani Usta da kanal kazısına devam ediyormuş. Yukarı çıkmak istemedim.


Çok dolaşınca memleketin her yerinden arkadaşları oluyor insanın. Öğleden sonra çıktık yola. Belevi'ye yaklaşırken aniden kararımız değişti yine. "Aydın'a gitmeyelim, Kuşadası'na balık yemeye gitsek?" "Bana uyar" dedim. Kaderimizle dalga geçiyoruz. Hem yemek olsun bana yeter ki, üstelik balık.

Kuşadası güneşli, hava çok güzel, insanlar cıvıl cıvıl. İçinde bulunduğumuz Şubat ayının ortasında kısa kollu, hatta şort giyenleri gördük. Balık güzeldi, hava da çok güzeldi, eşiminki kadar olmasa da Mado'da yediğimiz günümüzün moda tatlısı "trileçe"  de. Bizi soracak olursanız, yaslı gittik şen döndük.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder