KATEGORİLER

16 Şubat 2016 Salı

15/02/2016 Pazartesi, Tire

Yazdan kalma bir gün. Hava o kadar sıcak ki, kısa kollu gömlek giysek üşümeyeceğiz. Soğuk havalar ve yağmur iyice tembelleştirdi beni. Çalışma olmadığını bahane edip sabahları geç kalkıyorum. Bunda geç vakte kadar oturmamın etkisi de var elbette.

Öğleden önce yine fizik tedaviye gittik eşim için. İki farklı cihaza bağlanıyor. Seansların tamamlanıp hastaneden çıkmamız öğleni buluyor. Bir yakınımız yatıyormuş üst katta; onu da ziyaret edelim dedik. Yaylaya birlikte çıkmayı önerdim eşime. Bu kadar güzel havada işçiler kesin çalışıyor olmalı. Bahçeye vardığımızda işçilerin yemek ve istirahat saatine denk geldik. Yakup Usta ve yardımcısı Kadir, yemeğe buyur ettiler. Teşekkür ettik.  

Ustalar bahçenin taş duvarında çalışıyorlar hâlâ. Gani Usta ise işçilerle birlikte aşağıda kablo kanalı kazısında çalışıyormuş. Önümüzdeki hafta başına kadar kanalı teslim edebileceğini söylemişti bana   telefonda. Yarın bir ara elektrikçi Ali'ye haber versem iyi olacak. Kanal güzergahını işçilere kendisi göstermek istemişti.

Ara sıra okumakta olduğum kitaplardan sıcağı sıcağına bahsetmek hoşuma gidiyor. Kaplumbağa hızı ile okuyorum, ama gün be gün bir şeyler kazandığımı da hissediyorum. Örneğin, Adolf Hitler'in Yahudi düşmanlığı nerden geliyor diye çok merak ederdim. Onu öğrendim bugün...  

Bir ara deneme türü üzerine yoğunlaştım. Kitap bloglarında dolaştım. O kadar çok kitap yazılıp okunuyor ki, bunlardan her gün birini okuyabilsem bile, okumadıklarımın yanında ihmal edilecek bir sayıya karşılık gelir. Derken, Sokrat'ın "Sorgulanmayan hayat yaşanmamıştır." sözü üzerine kafa yordum. Sokrat'ın bu sözüne fikren karşı duran Romen yazar Emil Michel Cioran'ı keşfettim. Cioran çok garip bir insan. "Sorgulasan da hayat yaşamaya değmez" şeklinde cevap verirdi Sokrat'a muhtemelen.  Okumanın, araştırmanın da bir sınırı var. Her konuda bilgi sahibi olmak mümkün mü? Yine bir taraflarımız cahil kalacak.

İçine daldığım dünya, adeta iç içe geçmiş labirentlerden oluşuyor. Öyle ki, labirent boyunca sayısız kapı çıkıyor karşıma. Kapılardan hangisinden kafamı uzatsam başka bir labirente çıkıyorum. Yaşadığım bu durum rüyama girse kabusa döner, ter içinde fırlarım uykumdan.

Unutmak bir diğer insani özelliğimiz. Öğrendiklerimizi, bilgi sahibi olduğumuz konuları, hatta gördüklerimizi, duyduklarımızı unutuyoruz. Bazı yaşanmışlıklarımızı da unutamıyoruz, unutmak istesek bile. Aklımız nasıl bir süzgeçtir ki zaman boyutunda ayıklıyor onca bilgiyi. İnanılmaz bir şey bu. Yıllar öncesinin Kaptan Cousteau belgeselleri geldi aklıma. Okyanusların kendine özgü canlı yaşamı, insanın içine işleyen fon müziği eşliğinde etkileyici bir ses tonu ile anlatılırken, ağzımız açık izliyorduk siyah beyaz televizyonlarda. Kitaplar okyanusta yaşayan balıklar gibidir. Onlar kadar kalabalıklardır hem de. Her birinin faklı özelliği vardır balıkların. Kaptan Cousteau, doğruyu okyanus diplerinde aramıştı. Bazıları sözünde, sazının tellerinde arar doğruyu, bazısı benim gibi kitaplardan medet umar.

Akşam yemeğini yine şölene dönüştürdüm. Yok, bu sefer resim koymayacağım. Ama balıklar nefisti. Üstelik bu sefer kalamar yapmayı da becerdim. Madem deniz memleketinde yaşıyoruz, bonfilenin kilosu olmuş 80 TL, tavuk deseniz hormonlu, o zaman üç günde bir neden balık yemeyelim?

Avukat aradı akşama doğru. Belalı kiracımız bakmış ki pabuç pahalı, evi boşaltmış nihayet. Yarın bir zarar var mı diye gidip birlikte bakalım diyor. Tamam dedim, hiç hesapta yokken. Sabahtan kalan ödemelerimi yapayım ondan sonra İzmir'e doğru düşeriz yollara yine yeniden.

            

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder