KATEGORİLER

10 Şubat 2016 Çarşamba

09/02/2016 Salı, Tire

Sabah fizik tedavi için hastaneye rutin ziyaretimizi yaptıktan sonra pazara gittik. Bugün burada büyük pazar kuruluyor. Güzel radika ve turp otu bulduk. Aldığımız şeyleri eve bırakıp yaylaya çıktım. Dün olduğu gibi bugün de hava güzel.  

Eşim cihaza bağlı vaziyette yatarken, yazdığım son öyküyü okudum ona. Yazdım dersem yanlış olur. Neden derseniz, öykünün aslı, Amerikalı blogger Bob Nevens'e ait. Tam anlamıyla çeviri de sayılmaz aslında. Olayların akışında, öykü kahramanlarında önemli sayılabilecek bazı değişik, ekleme ve çıkarmalar yaptım. Bildiğim kadarıyla bu tarz eserleri ortaya koyan bir yazar henüz yok. Yazar ve çevirmen kişilikleri arasında sıkışan bu acemi çaylak yazarlara "hibrit yazar"  desek nasıl olur? İçerikte bir değişiklik yapılması öykü yazarlarının hiç hoşuna gitmez. Bu konuda karşılaşılması muhtemel en büyük problem, telif hakları olurdu muhtemelen. Diğer taraftan yazar ve hibrit yazarın ikisi de amatör olunca problem kalmıyor ortada tabi. Aslında amatör yazarların öyküleri, bir kısım değişikliklere muhtaç olabilir. Çünkü amatörce yazılmış bu öyküler iyileştirmelere, geliştirilmeye açık olmalıdır. Profesyonel yazarların eserlerinde değişiklik yapmak olanaksızdır. Amatör bir hibrit yazar, eğer kendine güveniyorsa, Elif Şafak'ın romanında küçük bir değişiklik yapsın bakalım?    

Eşimin huyları bana hiç benzemiyor. Her şeyden önce çabuk sıkılıyor. Hele okuttuğum yazı biraz uzunsa, onun görüşlerini almak daha da zorlaşıyor benim için. Onu tavlayabilmek için, şaka yollu "Bari emeğinin karşılığını vereyim." diyorum. Yok, onu da kabul etmiyor. Kendisi bu aralar tam üç kitap birden okuyor. Birinden sıkılınca bırakıp öbürüne geçiyor. Beni alıp tersine çevirin, işte o benim karım. Bu kadar benzemiyoruz birbirimize. Ama bir de okutabilirsem yazdıklarımı ona, keyfime diyecek yok. Gün geçtikçe daha güzel buluyor yazılarımı. Dün okuduğum öykü ona uzun geldi, sıkıldı yine, hastane yatağı demedi, yattığı yerde uyudu. Uyanınca, "Bir daha oku bakayım dedi." Bir daha okumaya başladım ama bu sefer de seans bitti. "Nasıl buldun bakalım?" diye sordum. Beğenmediğini hissettiren bir ifadeyle "İyi" dedi. "Neresini beğenmedin?" diye sordum. "Konusunu" dedi.

Başlangıçta niyetim, rastgele bulduğum amatör bir yazarın yazdığı öykünün çevirisini yapmaktı. Çeviriyi yaptım ama beğenmedim. Eşimin öyküyü dinlerken rahatsızlık duyduğunu söylediği bazı konularda ben de zorlanmıştım. Farklı kültürleri tanımak, onları tanıtmak iyi güzel de, bir kan uyuşmazlığı çıkıyor sonunda. Benzer şekilde, Amerikan filmlerinin Türkçe dublajlarında sık sık kulağımızı tırmalayan ifadelerle karşılaşıyorduk. "Hey dostum, bu akşam ne yapıyorsun bakalım?", "Sakin ol, adamım.", "Sorun istemiyorum, lanet olsun." gibi cümleler bize hep yabancı geldi ilk zamanlarda. İnsanoğlunun her şeye uyum sağlamadaki yeteneği, burada da kendini gösterdi. Artık bu repliklere de alıştık ama buna benzer konuşmaları bir yerli filmde rastlamak ihtimali de yoktu yani. Öykü içeriğindeki diyaloglar, yaşama biçimleri, alışkanlıkları dilimize çevirirken ortaya çıkan garip şey bas bas bağırıyor. Hayır bu ben değilim diye. Biraz da bu uyumsuzluğu kırmaya çalıştım ama tam olarak istediğimi yakalayamadım.

Öykünün orijinal adıyla başladı mücadelem. "Barselona ve Kalp Şeklinde Mühür" (Barcelona and Heart Shaped Seal). Yok artık. Böyle öykü adı mı olurmuş? Bazı yabancı filmlere verilen Türkçe adların orijinal adlarından farklı olduğunu biliyordum. Örneğin "All the King's Men" filminin Türkçe dublajında  (Kralın Tüm Adamları) filmin adına yakışmayınca, onun yerine "Saltanat Hırsı" adı uygun bulunmuş. Ben de öykünün Türkçe adını "SSS- Yirmi Dördüncü Randevu" olarak koydum.

Erkek kahramanım Murat oldu, ancak bir türlü onun ruhunu değiştiremedim.  Bunu hiçbir kimse de yapamazdı zaten. Yazdığı mektuplarda geçen ifadeleri ne kadar kültürümüze yaklaştırmaya çalışsam da, onlar çeviriyim diye haykırmaya devam ettiler. Hele öyküde geçenlerin bir benzerini ülkemizde değil yaşamak, aklından bile geçirmek, yurdum insanını ayağa kaldıracak düzeydeydi.

Yine de bu tür öykülerden rahatsız olmayan bir kesimin varlığı yadsınamaz.

Ortaya çıkan ne olursa olsun bu öykü denemesi benim için oldukça ilginç, bir o kadar da öğretici oldu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder