KATEGORİLER

3 Şubat 2016 Çarşamba

02/02/2016 Salı, İzmir

Güneşli bir bahar günü. Nöbetten çıkan kızımın eve dönünceye kadar geçirdiği süre uzayınca, onun bana eşlik edeceği doktor randevumun saati de iyiden iyiye yaklaştı. Bu yüzden dün tasarladığımız deniz kıyısında kahvaltı keyfi hayallerimiz de suya düştü. Üçkuyular metrosu çıkışında buluşup alelacele Kumrucu Şevkinin kumrusuna razı olduk sonunda. Uzun zamandır ekmek yemiyordum ama kumruya da dayanamadım doğrusu. Diş doktoru ile olan randevuma tam zamanında yetiştik.

Diş doktorum Abdullah bey, Ankara'daki aile doktorumuzun tam aksi. Şimdiye kadar böyle seri çalışan bir diş hekimi gördüğümü söyleyemem. Yirmi dakika içinde bir azı dişimi söküp iki tane implant taktı çeneme. Bu sürenin önemli kısmı zaten iğne, anestezi ve dikiş işleriyle geçti. Bir yandan işini yaparken diğer yandan sohbet ediyordu benimle. Operasyon bittikten sonra çeneme yarım saate yakın soğuk jel uyguladım. İki saat sıcak bir şey koymayacağım ağzıma ama zaten çenemdeki uyuşukluğun çözülmesinin dört beş saat alacağı söylendi. Hemen orada ilk ağrı kesiciyi aldım.



Dışarıda çok güzel bir bahar havası var. Çenemde buz torbası dayalı vaziyette Balçova Kipa'ya doğru çıktık yola. Önce arabayı oto-yıkamaya verdik. Daha sonra Starbucks'tan birer kahve aldık elimize.  Benimki espresso frappuccino, mecburen soğuk elbette. Kızım sıcak kahveyi tercih etti.



İnciraltı caddesi boyunca Çeşme Otoyolunun üzerindeki köprüyü geçtik önce. Sağımızda solumuzda ağaçlar, yerlerde ve boş alanlarda yemyeşil çimenler, otlar baharı müjdeliyordu adeta.  Yolumuz üzerindeki bir arsada beyaz bir teke dikkatimizi çekiyor, yaklaşıp seviyoruz onu.











7 Şubat, Hamsi Festivali günüymüş İnciraltı'nda. Geçen sene tesadüfen katılmıştık. Pek bir eğlenceli geçmişti. O zaman ekmek arası hamsinin ekmeğini yedirmemişlerdi, yeni ortaya çıkan şekerim yüzünden. Hatta kaderime kızıp hamsisinden bile yemediğimi hatırlıyorum, ekmek arası hamsinin.




Sahil boyunca Konak yönüne doğru, Kent Ormanı denilen ağaçlı yollar arasında, uzun bir yürüyüş yaptık ve bol bol resim çektik. Güneş tepede bütün sıcaklığıyla gülümsüyor, solumuzda masmavi bir deniz, yemyeşil bir park içinde bakımlı envaı çeşit ağaçlar, hafta arası olmasına rağmen bir yolunu bulup kendilerini bu güzel havanın içine atan insanlar, bilmem ki insan daha başka ne ister. Yolda giderken balıkçı barınağında bir sürü tekne gördük. Az ilerde üzeri naylon branda ile kapatılmış başka tekneler ve deniz kıyısına kurulmuş küçük oturma gurupları yer alıyor. Teknelerin içinde balık pişiren ve müşterinin tercihine göre ekmek arası ya da tabakta sunulan taze balıkları görünce burada takılmayı koyduk kafamıza.



Yürümeye devam ediyoruz. Şimdi deniz, hem sağımızda hem de solumuzda. Bu nasıl olur derken, kısa bir süre sonra iki bölümü birbirine bağlayan boğazı görüyoruz. Boğazda suyun derinliği olsa olsa bir metre en çok. Su oldukça temiz, suyun dibi berrak bir şekilde görülüyor. Sağ tarafta deniz kuşları, karabataklar suyun ortasında kalan ada oluşumları üzerinde güneş banyosu yapıyorlar.


Boğazı geçmemiz, yarım daire şeklinde tabanı beton kendisi çelik bir köprü sayesinde oluyor. Yürümeye devam ediyoruz. Kediler, köpekler etrafımızda rahatça dolaşıyor. Kediyi köpeğin biri sıkıştırıyor. Kedi, kamburunu çıkarıp garip sesler çıkarıyor. Hareketsiz köpeğin iki arkadaşı daha geliyor kedinin etrafına. Biz ve bizim gibi yolda yürüyenler olduğumuz yerde durup ne olacak, diye bekliyoruz. Orta yaşını biraz geçmiş teyzenin biri laf atarak,. "Kedi köpek kavgası bu olsa gerek" diyor. Gülüyoruz. Tam o esnada çevik bir hareketle yanındaki ağaca tırmanıp kendini emniyete alıyor zavallı kedi. Köpekler bir kaç havlamadan sonra ağacın tepesindeki kediye bakıyor, onu nasıl ellerinden kaçırdıklarına hayıflanıyorlar. Ağacın altında ne kadar süre bekleyeceğini bilmeden köpeklerin, arkamızı dönüp yürümeye devam ediyoruz.

Kızım, baba hadi diyor, bisiklete binelim. Belediyenin güzel bir hizmeti bu. Ama ben kırk yıldır bisiklet kullanmamışım. Bunca yıl aradan sonra kullanabilir miyim yeniden? Üstelik ayağımdan iki önemli ameliyat geçirmiş iken. Kartını okutup iki bisikleti yuvasından çıkarıyor fazla düşünmeden. Birini alıyor, sele yüksekliğini ayarlıyorum. Eğer beceremezsem yine yerine koyarız diye geçiyor aklımdan. Biraz sürmeye çalışıyorum. Yolun bu tarafı sakin. Bir iki denemeden sonra, evet, sürebiliyorum. Kızım önde, ben arkada yayan geldiğimiz yol boyunca ilerliyoruz bisikletlerimizle. Sürdükçe daha çok güveniyorum kendime, sanki eski günlerdeki gibi. Kızım olmasa asla cesaret edemezdim buna.



Bisikletleri elimize alıp sağlı sollu iki suyun birleştiği boğazın üzerinde bulunan demir köprüyü  geçiyor ve karşısında ilk molamızı veriyoruz. Biraz dinlendikten sonra balıkçıları görüyoruz karşımızda. Hemen yanaşıp, sardalyelerimizi sipariş ediyoruz. Çıtır çıtır balıklar, yanında marul salatası, soğan ve taze ekmek. Bırakıyorum artık rejimi, diyeti. Nerede bulacağım bir daha böyle güzelliği. Yine de tutuyorum kendimi bir porsiyon daha söylememek için.

Tekrar çıkıyoruz yola, altımızda bisikletlerimiz. Yol iyice kalabalıklaştı birden. Çocuklar, bebekler, çocuk arabaları, teyzeler, ablalar. Hepsinin aralarından süzülüyoruz. Kazasız her geçişimiz güven veriyor bize. Belki marifet değil bisiklet sürmek ama kızım da yeni öğrendi daha. Ben ise, kırk yıl aradan sonra...

Dönüşte, kızım "Buralarda çok güzel midye dolma yaptıklarını duydum" diye bir laf atıyor. Yani, bu kadar olur. Önümüzde beliriyor birden sözünü ettiği midyeci. Koca kazan içinde, üzerinden dumanları tüten taze midye dolmaları. Eskiden bir oturuşta seksen tane yerdim. Beşer tane indiriyoruz mideye, aklımızda kalmasın diye,

Artık bisikletleri koyacak bir istasyon arıyoruz. Yoksa gerisin geriye gideceğiz onca yolu. Gideriz gitmesine ama hava da kararmaya başlayacak neredeyse. Neyse ilerde görüyoruz istasyonu. Teker teker koyuyoruz bisikletlerimizi yuvalarına. Zaman kazanmak için, büyük bir alışveriş merkezinin servis otobüslerine biniyoruz. Bırakın zaman kazanmayı, tam aksine zaman kaybediyoruz. İnciraltı köprüsünün üzerinde bir kaza olduğundan şoför gerisin geriye dönüp yolu iyice uzatıyor.  Yürüyerek daha kısa sürede ulaşacağımız Kipa'ya varmamız yoğun trafik nedeniyle yaklaşık bir saati buluyor.

Eve gidip eşyalarımı alıyorum. Artık hava karardı. Kızım kal diyor bana, sabah erken bırakırım ben seni servise. Ben yola çıkmak istiyorum fazla geç olmadan. Gaziemir'e doğru ilerlerken çevre yolunda, Selway Outlet'e uğruyoruz, yazıcının biten kartuşlarını almak için. Bir izdiham dikkatimizi çekiyor. Nedir bu kalabalık anlamaya çalışıyoruz. Uzun bir kuyruk var önümüzde. Soruyoruz "Bu neyin kuyruğu?" diye. "Köfteci Yusuf'un" diyorlar. Ne özelliği var ki? sorup öğrenelim diyoruz. Diyorlar ki, "Köfteleri çok güzel". Akın akın geliyorlar, kuyruk uzun. Bedava dağıtsalar bu kadar büyük izdiham olmaz. Şaşırıyoruz. Bir dahaki sefere yapılacak işlerin en başına yazıyoruz ismini Köfteci Yusuf'un..  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder